MİLLİYETÇİYİZ!...
  Hain Miydi?
 
Vahdettin hain değilse
Atatürk mü hain?

Bülent Ecevit’in Fethullah’ın gazetesi Zaman’da Vahdettin’in hain olmadığına dair açıklaması uzun uzun tartışıldı. Ecevit’in ortaya attığı iddia yıllarca şeriatçı kesimler tarafından dillendiriliyor, fakat ciddiye alınmıyordu.

Ecevit hayatının son yıllarında şeriatçılara ve bilumum Cumhuriyet düşmanına büyük bir iyilik yaparak Vahdettin ve resmî tarih tartışmasını gündeme taşıdı. Bu yazıda ortaya atılan iddiaya cevap vermeyeceğiz. Gereken cevaplar zaten aklı başında tarihçiler ve yazarlar tarafından verildi. Ancak bir kez daha vurgulamak gerekirse, yakın tarihimizde “hain” nitelemesine en uygun isim Vahdettin’dir. Çünkü Vahdettin;

-İngiliz mandasını istemiştir,

-Sevr antlaşmasını kabul etmiştir.

-Mustafa Kemal’in idamını onaylamıştır.

-Milli Mücadeleye ayaklanmaları kışkırtmış ve desteklemiştir.

-1922 yılında bir İngiliz gemisiyle yurttan kaçmıştır.

Üstelik kimilerinin bir siyasi polemik olarak gördüğü Büyük Nutuk’ta Atatürk, Vahdettin’i “soysuz, alçak ve hain” olarak nitelemiştir, Üstelik Kasım 1922’de TBMM’nin Vahdettin’in hain olduğuna ilişkin kararı vardır.

Bugün Ecevit’e destek olan şeriatçı, liberal ve tüm rejim düşmanlarının Vahdettin savunusunun altında Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı saklıdır. Bugüne kadar bize öğretilenlerin yalan olduğu ve Atatürk’ün kendini haklı göstermek için mağlup ettiklerini suçladığı (bunun doğal olduğu ekleniyor, böylece Atatürk’e hakkı veriliyor gûya) palavrası sıkılıyor.

Sormamak mümkün değil: Madem bize Cumhuriyet tarihi olarak anlatılanlar ve bizzat Atatürk’ün söyledikleri yalansa, yani Atatürk “kendisini Anadolu’ya memleketi kurtarmak için gönderen ve İngilizleri oyalayan bir vatansevere” hain diyorsa, yalan söylüyor ve hainlik ediyor. Öyle ya Vahdettin vatanseverse, onunla mücadele eden ve saltanatına son veren Mustafa Kemal vatan haini olmaz mı?

Ecevit, Vahdettin’de kendisini mi görüyor?

Cumhuriyet gözümüzün önünde Amerikancı bir hilafete doğru giderken Vahdettin göğe çıkarılıp Atatürk suçlanıyor.

Anayasa’nın değiştirilemeyecek maddelerinin tartışıldığı bir dönemde Vahdet-tin’in vatanseverliğini tartışmak garip bir durum sayılmaz elbette. Burada insanlara garip gelen bu fikirlerin, Atatürk’ün kurduğu partinin yıllarca başkanlığını yapmış eski başbakanlardan Ecevit tarafından dillendirilmesi oldu. Gerçi Ecevit’in 1970’lerde “reddi miras”ını biliyoruz. Atatürk devrimini kültür hareketleri olarak küçümsediğini de hatırlıyoruz. Ancak, hiç bu kadar ileri gitmemişti.

Bu fikirlerin arkasında Ecevit’in Kemalizmi sorgulamasının dışında başka bir şey var. Açıklamasının satır aralarında yakalıyoruz bunu. Ne diyor Ecevit: Vahdettin çok dürüsttü, İstanbul’dan ayrılırken bile devletin hazinesine dokunmadı. Çok zor bir dönemde devletin başındaydı. Bazı hoş olmayan şeyleri mecburen yapmıştır. Bu arada ülke için iyi şeyler de yapmıştır.

Bu sözler size neyi çağrıştırıyor. Ecevit yıllarca “dürüst lider” olarak tanımlanmıyor mu? Daha ötesi, en son başbakanlığı döneminde, ululsalcı başkanımızın IMF memuru Kemal Derviş’i ABD’den getirtmesi, AB Uyum Yasaları’nı onaylaması, Apo’yu idamdan kurtarması ve 3. Meşrutiyet olarak adlandırdığımız dönemi başlatması ortaya konulduğunda bize verilen yanıt nedir: “Mevcut koşullarda bundan başka bir çare yoktu. Bunları yapmaya mecburdu.”

Vahdettin’i aklayan mantıkla Ecevit’i aklayan mantık aynıdır. Anlaşılan Ecevit’in bilinç altında da benzer bir özleştirme sözkonusu. Dış güçlere onca tavizi vereceksiniz, ülkeyi şeriatçılara teslim edeceksiniz, ne Kıbrıs’ta ne Irak’ta AB ve ABD’ye kafa tutamayacaksınız ama yine de ulusal ve devrimci olacaksınız!

Ecevit aslında Vahdettin’i vatansever yaparak kurtarırken, kendisini de kurtarmaktadır. Çünkü çok zor koşullarda hükümetin başındaydı. Onun zamanında 15 günde çıkarılan 15 yasa mecburiyettendi. Üstelik Uyum Yasaları Türkiye’nin demokratikleşmesi için de gerekli değil miydi? Ekonomi IMF’nin direktiflerine harfiyen uyduruldu, ama Ecevit çok dürüsttü, hiç çalmadı!

İşte Ecevit’in “ulusalcılığının” ve “solculuğunun” vardığı yer!
Abdülhamitçilikten sonra Vahdettincilik

Burada tartıştığımız bir siyasî zihniyettir. Bu siyasî zihniyet bugün Türkiye’de hakim. Mevcut siyasî yapının içinde, “müttefiklerimizle” yaşadığımız sorunları fazla didişmeden iyi bir denge tutturarak çözmek.

Emperyalizmle karşı karşıya gelmeyi göze alamayan ve onunla uzlaşarak ayakta kalmayı düşünen bu zihniyet Osmanlı’nın son elli yılında da hakimdi. Bu politika dünyanın gerçekleri ve kendi gücümüzün yetersizliği üzerinden geliştirilmişti. Abdülhamit bu denge politikasının temsilcisi konumundadır.

Ne ilginçtir ki, Ecevit’le birlikte Vahdettin savunuculuğu yapanların hepsi Abdülhamitçidir aynı zamanda.

Abdülhamitçiliğin varacağı yer hiç kuşkusuz Vahdettinciliktir. Nedenine gelince? Abdülhamitçilik denge politikasıdır. Emperyalist güçler arasında denge politikası güdersin devleti ayakta tutmak için. Devlet bir süre ayakta durur, ancak emperyalizm öyle bir hakimiyet kurar ki, iç politikadan ekonomiyi kendini isteğine uygun biçimrde düzenler, uydu bir yapı kurar (Abdülhamit dönemi). Sonra ise, toprak kayıplarının ardından elde kalmış ufacık toprak parçasını, daha doğrusu sarayını kurtarmak için en güçlü emperyalistle uzlaşmak, daha doğrusu kucağına oturmaktır. Birileri “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek savaşıyorsa yapılacak iş onlara karşı düşmanla birlikte mücadele etmektir (Vahdettin dönemi).

İşte Vahdettin’i hain yapan süreç budur. Hırsızlık yapmamak, çaresiz kalmak vs. hainliğin savunması olamaz. Ancak şunu da görelim ki, artık uydulaşmış bir devleti yaşatmak adına tutturulan bir denge politikasının varacağı yer teslimiyettir, hainliktir.

Abdülhamit denge politikası güttü, ülke toprakların neredeyse üçte biri elimizden çıktı, azınlıkları memnun etmek için Atatürk’ün deyişiyle “baykuş mesnedi bir anayasa” hazırlandı. Vahdettin bu politikayı aynen devraldı ve koltuğunu koruyabilme sevdasına Türk Milleti’nin ölüm fermanı olan Sevr’i onayladı.

Bugün bize Abdülhamitçiliği öneren ulusalcılara ve Kızılelmacılara tarihi yeniden hatırlatıyoruz. Tarih, ne Abdülhamit’i, ne Enver’i ve benzerlerini değil, Atatürk’ü haklı çıkarmıştır. Çünkü O, yalnızca Türk Milleti’ne güvendi ve ona dayanan yeni bir devlet kurdu.

Bugün Abdülhamit savunuculuğu yapmanın varacağı yer ister istemez Vahdettincilik ve Atatürk düşmanlığıdır. Ülkeyi ve devleti dengecilik değil, devrimcilik ve Atatürkçülük kurtarır.

Suçlanan resmi tarih değil, Atatürkçülük

Gelelim şu resmi tarih tartışmasına. Ecevit’in bu son açıklaması “resmi tarih” lafını ağızlarına pelesenk etmiş liberal ve İslamcı kesimlerin sesini yeniden yükseltti. Mete Tunçay’dan, Abdurrahman Dilipak’a, Serdar Turgut’tan’ Taha Akyol’a herkes aynı tekerlemeyi söyledi durdu. Neymiş, Kemalist tarih yazımı gerçekleri görmemizi engelliyormuş. Türkiye’de resmi tarih dışında bir tarih yazılmadığından, henüz tarih bilimi yokmuş. Tarih, kahramanlar ve hainler üzerinden yazılmazmış vs...

Öyle güzel bir oyun oynanıyor ki, Ecevit’in karşısına onun tezlerini çürütecek tarihçiler değil de, yeni ulusalcımız Süleyman Demirel çıkarılıyor. Eski Cumhurbaşkanı bu konuları tartışmaya Türkiye’nin hazır olmadığı ve Atatürk’ün hain dediği birini savunmanın doğru olmadığını söylüyor.

Demirel, Ecevit’in karşısına çıkarılıyor, ama o da Vahdettin’in hain olduğunu söylemiyor ki. “Bu konuları konuşmak sakıncalıdır” diyor. Yani, “Cumhuriyet tarihinin ve Atatürk’ün bize anlattıklarında yanlışlar olabilir, ama bunu şimdi tartışmayalım”. Demirel’in Atatürkçülüğü ve ulusalcılığı de ancak bu kadar olur.

Bilumum “resmi tarih” düşmanı liberal ve şeriatçı bu için bulunmaz bir açıklama oldu Demirel’inki. Sanki danışıklı bir dövüş var ortada. Yıllarca Türk devletini sıkıştıran ve egemenlik kurmak isteyen dış güçlere ve gerici kesimlere hep taviz vermiş bu iki lider karşı karşıya. Biri Vahdettin hain değildi, diyor; diğeri, bu konuları pek karıştırmayalım. Ortada Atatürkçüler yok.

Çünkü Atatürkçüler olsa, şeriatçılar, Kürtçüler ve liberaller Demirel üzerinden resmi tarihe saldıramayacaklar. Kemalizm karşısındaki bu ittifak o kadar zayıf ve korkak ki, Demirel’le tartışabiliyor ancak.

Onlar o kadar korkak ki, Atatürk’e saldıramadıkları için resmi tarihe saldırıyorlar. “Resmi tarih” ve “Ulu Atatürk” yüzünden Kıbrıs’ta, Kürt meselesinde ve AB’ye girişte cesur davranıyormuşuz. Vatan hainliği kavramı Türkiye’nin önünü tıkıyormuş. İnsanın, yarası olan gocunur, diyesi geliyor.

Geçmişte olduğu gibi bugün de hainler var. Tarihimizdeki hainleri iyi tanıyalım ki, bugünküleri daha kolay tespit edelim. Atatürk de bu yüzden Vahdettin gibilerine “hain” demedi mi?

 
  Bugün 26 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol